Türk dilinin
en eski izleri Sümer kaynaklarındaki Türkçe sözlerdir. M.Ö. 3100-M.Ö. 1800
yılları arasına ait Sümerce metinlerde 300′den fazla Türkçe söz yer almaktadır.
Sümerceyle Türkçedeki ortak sözler ya ortak kökenden gelmektedir ya da alış
veriş sonucu ortaya çıkmıştır. Hangi ihtimal doğru olursa olsun Türkçenin ilk
verileri M.Ö. 2000-3000 arasına çıkmakta, yani bundan 4-5000 yıl geriye
gitmektedir. Ortak sözler Türklerle Sümerlerin komşu olduklarını da gösterir.
Türklerin hiç olmazsa bir bölümü M.Ö. 2000-3000 yılları arasında, belki de daha
önce Ön Asya’da yaşamış olmalıdır.
M.Ö. 7.-3.
yüzyıllar arasında Karadeniz’le Hazar’ın kuzeyinde ve Kuzeydoğusunda yaşayan
Sakaların önemli bir bölüğü ve yöneticileri de büyük ihtimalle Türktü. M.Ö. 6.
yüzyılda yaşamış olan Sakaların kadın hükümdarının adı Yunan kaynaklarında
Tomiris olarak geçer. Bu kelime Türkçe Temir
(demir) olsa gerektir.
Dîvânü
Lûgati’t-Türk’te anlatıldığına göre İskender’in Türkistan seferi sırasında (M.Ö.
330′lar) Türklerin bir kısmı, hükümdarları Şu yönetiminde Hocent civarında, yani
Seyhun’un yukarı havzalarında idiler. İskender’in gelişiyle Şu ve idaresindeki
Türkler Altaylara çekildiler; Oğuzlar ise Hocent civarında kaldılar.
Çin
kaynaklarındaki ilk bilgilere göre Türkler Çin’in kuzeyindeki bozkırlarda
yaşıyorlardı. M.Ö. 220′lerde ortaya çıkan Tuman (Teoman)
Yabgu ve M.Ö. 209′da hükümdar olan oğlu Motun
(Mete) Yabgu, Hunların büyük hükümdarları idiler ve
merkezleri bugünkü Moğolistanda bulunan Orhun vadisinde idi.
Hunlardan sonra da Topalar, Avarlar, Göktürkler, Uygurlar dönemlerinde, M.S. 840′a kadar Türklerin merkezi Orhun vadisinde olmuştur. M.Ö. 220 – M.S. 840 arasındaki 1000 küsur yıllık dönemde Türkler kudretli zamanlarında Okyanus kıyılarından Hazar’a, hatta bazen Karadeniz’in kuzeyine kadar uzanan topraklara hükmediyorlardı. Türklerden bir bölüğü M.S. 370′lerde İdil’i geçmiş ve Kafkaslarla Karadeniz’in kuzeyine ulaşmıştı. Batı Hunları, Bulgarlar, Avarlar, Peçenekler ve Kıpçaklar 370′ten başlayarak yüzyıllar boyunca Doğu Avrupa ve Balkanları yönetimleri altında bulundurmuşlardır.
Hunlardan sonra da Topalar, Avarlar, Göktürkler, Uygurlar dönemlerinde, M.S. 840′a kadar Türklerin merkezi Orhun vadisinde olmuştur. M.Ö. 220 – M.S. 840 arasındaki 1000 küsur yıllık dönemde Türkler kudretli zamanlarında Okyanus kıyılarından Hazar’a, hatta bazen Karadeniz’in kuzeyine kadar uzanan topraklara hükmediyorlardı. Türklerden bir bölüğü M.S. 370′lerde İdil’i geçmiş ve Kafkaslarla Karadeniz’in kuzeyine ulaşmıştı. Batı Hunları, Bulgarlar, Avarlar, Peçenekler ve Kıpçaklar 370′ten başlayarak yüzyıllar boyunca Doğu Avrupa ve Balkanları yönetimleri altında bulundurmuşlardır.
Asya ve
Avrupa Hunlarına ait herhangi bir Türkçe metin elimizde bulunmamaktadır. Ancak
Çin ve Bizans kaynaklarına geçen bazı özel adlar ve kelimeler onlara ait Türkçe
veriler olarak kabul edilmektedir. Çin kaynaklarında geçen tehri, kut,
yabgu, ordu, temir gibi sözlerin Çinceleşmiş biçimleri, milât yıllarına
ait Türkçe verilerdir. Attilâ’nın babasının adı olan Muncuk
(Boncuk) ve oğullarının adları Dehizik, İrnek, İlek
Türkçeyle açıklanabilmektedir. 6.-9. yüzyıllardaki Tuna Bulgarlarından yıl ve ay
adları ile birkaç kelimelik bazı küçük metinler kalmıştır. Yıllar hayvan
adlarıyla adlandırıldığı için yıl adları aynı zamanda çeşitli hayvanların
adlarını gösteriyordu. Aylar sıra sayılarıyla ifade edildiği için Bulgar
Türkçesindeki sayıların adlarını da böylece öğrenmiş oluyorduk.
Moğolistan’da bulunmuş olan 6
satırlık Çoyr yazıtı tarihi bilinen en eski metindir. İlteriş Kağan’a katılan
bir askeri anlatan metin 687-692 arasında yazılmış olmalıdır. Orhun anıtları
olarak bilinen İşbara Tamgan Tarkan (Ongin), Köl İç Çor (İhe-Huşotu), Tonyukuk,
Köl Tigin, Bilge Kağan anıtları 719-735 yılları arasında yazılmışlardır.
Uygurların ikinci kağanı Moyun Çor Kağan’a ait Taryat, Tes ve Şine-Usu anıtları
753-760 arasında dikilmiştir. Moğolistan’da, Yenisey vadisinde, Kazakistan’da,
Talas’ta (Kırgızistan), Kuzey Kafkasya’da, İdil-Ural bölgesinde, Bulgaristan,
Romanya, Macaristan ve Polonya’da Göktürk harfleriyle yazılmış daha yüzlerce
yazıt bulunmuştur. Bu küçük yazıtların 7.-10. yüzyıllar arasında yazıldığı
tahmin edilmektedir. Demek ki bu yüzyıllarda Doğu Avrupa ve Balkanlardan, hatta
Macaristan’dan Güney Sibirya’ya ve Moğolistan içlerine kadar uzanan sahada
Türkçe, Göktürk harfleriyle yazılan bir yazılı dil olarak
kullanılmaktaydı.
9. yüzyıldan
itibaren Türkçenin yazılı ürünlerini daha güneyde, Tarım havzasında da görmeye
başlıyoruz. 840′ta Tarım havzasında ve Gansu bölgesinde devletler kuran
Uygurlar; Göktürk, Uygur, Soğdak ve Brahmi alfabeleriyle kâğıt üzerine yüzlerce
eser yazdılar, yüzlerce belge bıraktılar. Hatta bunların bir kısmı yazma değil,
basma eserlerdi. Uygur yazılı eserleri, Gansu bölgesinde 17. yüzyıla kadar devam
etmiştir.
11. yüzyılda
Kâşgar ve Balasagun çevresi de bir Türk kültür çevresi olarak ortaya çıkar. 1069
tarihli Kutadgu Bilig Balasagun’da yazılmaya başlanmış, Kâşgar’da
Karahanlı hükümdarına sunulmuştur. 1070′lerde Bağdat’ta kaleme alınan Dîvânü
Lûgati’t-Türk de aslında Kâşgar muhitinin eseridir. Türkler 10. yüzyılda
Müslüman oldukları hâlde 11. yüzyılda Arap yazısı henüz Türklerin yazısı hâline
gelmemişti. Kâşgarlı Mahmud 1070′lerde Türk yazısının Uygur yazısı olduğunu
kesin şekilde kaydeder.
Kâşgarlı
Mahmud Türklerin 20 boy olduğunu yazar ve onları batıdan doğuya doğru şöyle
sıralar: 1. Beçenek, 2. Kıfçak, 3. Oğuz, 4.
Yemek, 5. Başgırt, 6. Basmıl, 7. Kay, 8.
Yabaku, 9.Tatar, 10. Kırkız, 11. Çigil, 12.
Tohsı, 13. Yağma, 14. Uğrak, 15. Çaruk, 16.
Çomul, 17. Uygur, 18. Tangut, 19. Hıtay.
Listedeki Hıtay’ı Kâşgarlı’nın ifadesiyle “Çin ülkesi” olarak ayırmak gerekir.
Bu sıralamadan az sonra Kâşgarlı Beçeneklerle Kıfçaklar arasına Suvarlarla
Bulgarları yerleştirir. Kâşgarlı’nın iki dilli oldukları için dillerini
bozuk saydığı Soğdak, Kençek, Argu ve Tangutlardan Arguları da
Türk boyları arasında saymalıyız. Demek ki 11. yüzyılda Balkanlardaki Bizans
sınırından Çin ve Moğalistan içlerine kadar Türkçe konuşuluyordu.
13. yüzyılda
Türk yazı dilinin merkezîleştiği bölge Aral’ın güneyindeki Harezm bölgesidir.
13.-14. yüzyıllarda Altınordu’nun merkezi olan Hazar’ın kuzey kıyısındaki
Saray’dan hatta daha batıdaki Kırım’dan Tarım havzasının doğusundaki Gansu’ya
kadar Türk yazı dili kesintisiz olarak kullanılıyordu. Tarım havzasıyla Gansu’da
kullanılan dile Türkoloji literatüründe Uygur Türkçesi, Altınordu ve Türkistan
sahasında kullanılan dile ise Harezm Türkçesi denmektedir. Ancak ikisi arasında
ses ve gramer yönünden hemen hemen hiç fark yoktur. Yazıları ise farklıdır.
Birincisi Uygur, ikincisi Arap yazısını kullanır.
13. ve 14. yüzyıllarda Türk yazı dili, bu ana sahadan başka üç coğrafyada daha kullanılıyordu. Bunlardan biri Yukarı İdil (bugünkü Tataristan) sahasıdır. Burada bulunan mezar kitabelerinin dili İdil Bulgarcası idi. İkincisi Mısır ve kısmen Suriye idi. Buradaki yazı dili Harezm Türkçesine çok yakındı ve Kıpçak Türkçesi adını taşıyordu. Üçüncü saha Azerbaycan ve Anadolu sahasıydı. 13. yüzyılda bu alanda Oğuz ağzına dayanan yeni bir yazı dili doğmuştu. Bu yazı dili Balkanlara doğru sahasını genişleterek kesintisiz şekilde bugüne dek sürmüştür. Sadece mezar kitabelerinde gördüğümüz İdil Bulgarcası 14. asırdan sonra yerini Kıpçakçaya bırakır. Mısır ve Suriye’de ise 15. yüzyıldan sonra Kıpçak Türkçesi kullanılmaz olur.
Karadeniz,
Kafkaslar, Hazar denizi ve İran, Kuzey-Doğu Türkçesi ile Batı Türkçesini ayıran
tabiî sınırlardır. 11. yüzyıldan itibaren Oğuzlar İran’ı aşarak Azerbaycan ve
Anadolu’ya gelmişler ve Batı Türklüğünü oluşturmuşlardır. Batı Türklüğü 14.
yüzyılda Balkanlara taşmış, daha sonra Macaristan sınırına dayanmıştır. Bugünkü
Irak ve Suriye’nin kuzey bölgeleri de Batı Türklerinin 11. yüzyıldan itibaren
yerleştikleri yerlerdi ve buralardaki nüfus Anadolu Türklüğünün tabiî
uzantısıydı. Öte yandan Kuzey Afrika ve Arap ülkelerine de önemli miktarda
Osmanlı Türkü yerleşmişti. Bütün bu sahalarda Batı Türkçesi ortak bir yazı dili
olarak kullanılmıştır.
13. ve 14. yüzyıllarda Anadolu ve Azerbaycan’da yazılan eserleri, yazı dili olarak birbirinden ayırmak kolay değildir. Bu asırlarda yazı dili henüz standartlaşmamıştır; esasen Azerbaycan, Anadolu ve Balkanlarda henüz siyasî birlik de yoktur; bölgede çeşitli Türk beylik ve devletleri hüküm sürmektedir. 15. yüzyılda Osmanlılar güçlenerek birliği kurmaya yönelirler ve yeni oluşmaya başlayan İstanbul ağzı esasında Osmanlı Türkçesi standart hâle gelir. 16. yüzyılda Doğu ve Güney-Doğu Anadolu ile birlikte Suriye ve Irak da Osmanlı topraklarına dahil olur; böylece bu bölgeler de Osmanlı Türkçesi alanı içine girerler. Kuzey ve Güney Azerbaycan, İran’la birlikte bir başka Türk devletinin, Safevîlerin yönetiminde kalır. Ancak yine de 16. asırda Azerbaycan ve Osmanlı yazı dillerinin kesin şekilde ayrıldığını söylemek doğru değildir. Hatayî ve Fuzulî her iki çevrenin de şairidir. 17. yüzyıldan sonra iki yazı dilinin ayrıldığını söylemek mümkündür; ancak aralarındaki fark yok denecek kadar azdır.
13. ve 14. yüzyıllarda Anadolu ve Azerbaycan’da yazılan eserleri, yazı dili olarak birbirinden ayırmak kolay değildir. Bu asırlarda yazı dili henüz standartlaşmamıştır; esasen Azerbaycan, Anadolu ve Balkanlarda henüz siyasî birlik de yoktur; bölgede çeşitli Türk beylik ve devletleri hüküm sürmektedir. 15. yüzyılda Osmanlılar güçlenerek birliği kurmaya yönelirler ve yeni oluşmaya başlayan İstanbul ağzı esasında Osmanlı Türkçesi standart hâle gelir. 16. yüzyılda Doğu ve Güney-Doğu Anadolu ile birlikte Suriye ve Irak da Osmanlı topraklarına dahil olur; böylece bu bölgeler de Osmanlı Türkçesi alanı içine girerler. Kuzey ve Güney Azerbaycan, İran’la birlikte bir başka Türk devletinin, Safevîlerin yönetiminde kalır. Ancak yine de 16. asırda Azerbaycan ve Osmanlı yazı dillerinin kesin şekilde ayrıldığını söylemek doğru değildir. Hatayî ve Fuzulî her iki çevrenin de şairidir. 17. yüzyıldan sonra iki yazı dilinin ayrıldığını söylemek mümkündür; ancak aralarındaki fark yok denecek kadar azdır.
Kuzey ve
doğu Türklerinde Harezm Türkçesinin devamı niteliğindeki Çağatay Türkçesi tek ve
ortak yazı dili olarak 15. yüzyıldan 20. yüzyıl başlarına kadar sürdü. Bunun bir
tek istisnası vardı: Kırım Hanlığı. Osmanlı idaresinde bulunduğu için Kırım
Hanlığında kullanılan yazı dili Osmanlı Türkçesi idi.
13.
yüzyıldan itibaren iki ayrı yazı dili hâlinde gelişen Doğu ve Batı Türkçeleri
sürekli olarak birbirleriyle temasta olmuşlardır. Çağatay sahası eserleri,
özellikle Nevayî Osmanlı ve Azerbaycan Türklerince hep okunmuştur. Buna karşılık
Osmanlı eserleri de özellikle İdil-Ural bölgesinde sürekli okunmuştur. Osmanlı
ve Azerbaycan sahasında Nevayî’ye Çağatayca olarak nazireler yazılmış ve bu 19.
yüzyıla kadar sürmüştür.
1552′de
Kazan’ın düşmesiyle başlayan Rus yayılması 1885′te Batı Türkistan’ın işgaliyle
tamamlanmıştır. Doğu Türkistan 1760′larda Çin işgaline uğramıştı. 19. yüzyılın
sonuna gelindiğinde bağımsız olan Türkler sadece Osmanlı Türkleriydi.
19. yüzyılın
ortalarında Türk yazı dilleri için yeni bir süreç başlar. Kazan Üniversitesinde
hocalık yapan müsteşrik ve papaz İlminski, her Türk boyunun konuşma dilinin ayrı
bir yazı dili hâline gelmesi gerektiği görüşünü ortaya koyar ve bunun için
çalışmaya başlar. Özellikle Tatar aydınlarıyla Kazan’da okuyan Kazak aydınları
üzerinde etkili olur. Bu iki Türk boyunun bazı yazar ve şairleri, ortak olan
Çağatay yazı dili yerine kendi konuşma dillerini yazı dili hâline getirmeye
çalışırlar. Yüzyılın sonlarına doğru Tatar ve Kazak yazı dillerinin ilk eserleri
verilmeye başlar. İlminski’ye karşılık Gaspıralı İsmail, 1884′te Bahçesaray’da
(Kırım) çıkarmaya başladığı Tercüman gazetesi ve Türk dünyasının her
tarafında açtırdığı usûl-i cedit okulları vasıtasıyla ortak yazı dilini savunur;
bütün Türk dünyasının sadeleştirilmiş İstanbul Türkçesinde birleştirilmesini
ister.
Rusya’da Meşrutiyetin ilân edildiği 1905 yılından itibaren Kırım, İdil-Ural, Azerbaycan ve Türkistan bölgelerinde Türk yazı dili konusu sıkı bir şekilde tartışılır. Gaspıralı İsmail’in tesirinde kalan Türk aydınları yazı dilinde birlik fikrini savunurlar ve buna uygun eserler verirler. İlminski’nin fikirleri ise başka müsteşrikler ve Çarlık memurları tarafından yayılmaya çalışılır. İlminski gibi bir papaz ve müsteşrik olan Nikolay Ostroumov 1870′ten 1918′e kadar Türkistan Vilâyetinin Gazeti’ni çıkararak bu gazete vasıtasıyla İrancalaşmış Özbek ağızlarını yazı dili hâline getirmeye çalışır.
1888-1902 arasında çıkarılan Dala Vilâyeti gazetesi Kazakçayı, 1905-1908 arasında çıkarılan Mecmûa-yı Mâverâyı Bahr-ı Hazar Türkmenceyi yazı dili yapmaya uğraşır. Her üç gazete de Çar idaresince çıkarılmaktadır. Yüzyılın başındaki bu tartışma ve uygulamalar kaynaklara ulaşmanın zorluğu yüzünden bugüne kadar ciddî şekilde araştırılmış değildir. Ancak 1917′deki Bolşevik ihtilâlinden sonra serbest tartışma ortamı yok edilmiş, İlminski ve Ostroumov’un fikirleri zorla uygulanarak her Türk boyunun konuşma dili ayrı yazı dili hâline getirilmiştir. Bu süreç Sovyetler Birliği’nde 1930′larda tamamlanmıştır.
Çin idaresindeki Doğu Türkistan’da ise Uygurca, Çağatay yazı dilinin devamı olarak sürerken 1949′daki komünist idareden sonra mahallîleştirilmiştir. Alfabe değişiklikleriyle bu süreç hızlandırılmış, her Türk yazı dili için ayrı alfabeler oluşturularak farklılık artırılmaya çalışılmıştır.
Bütün bu çalışmalar sonunda bugün 20 Türk yazı dili ortaya çıkmış bulunmaktadır:
1) Türkiye Türkçesi
2) Gagavuz Türkçesi
3) Azerbaycan Türkçesi
4) Türkmen Türkçesi
5) Kırım Tatar Türkçesi
6) Karaçay-Malkar Türkçesi
7) Nogay Türkçesi, Kumuk Türkçesi
9) Kazan Tatar Türkçesi
10) Başkurt Türkçesi
11) Kazak Türkçesi
12) Karakalpak Türkçesi
13) Kırgız Türkçesi
14) Özbek Türkçesi
15) Uygur Türkçesi
16) Altay Türkçesi
17) Hakas Türkçesi
18) Tuva Türkçesi
19) Saha (Yakut) Türkçesi
20) Çuvaş Türkçesi
Rusya bugün dahi yeni yazı dilleri oluşturma fikrini bırakmış değildir. Tataristan Cumhuriyeti dışında kalan Batı Sibirya Tatarları ile Güney Sibirya’daki Şorların ağızları bazı fonlar ve yardımlar yoluyla yazı dili hâline getirilmeye çalışılmaktadır.
Rusya’da Meşrutiyetin ilân edildiği 1905 yılından itibaren Kırım, İdil-Ural, Azerbaycan ve Türkistan bölgelerinde Türk yazı dili konusu sıkı bir şekilde tartışılır. Gaspıralı İsmail’in tesirinde kalan Türk aydınları yazı dilinde birlik fikrini savunurlar ve buna uygun eserler verirler. İlminski’nin fikirleri ise başka müsteşrikler ve Çarlık memurları tarafından yayılmaya çalışılır. İlminski gibi bir papaz ve müsteşrik olan Nikolay Ostroumov 1870′ten 1918′e kadar Türkistan Vilâyetinin Gazeti’ni çıkararak bu gazete vasıtasıyla İrancalaşmış Özbek ağızlarını yazı dili hâline getirmeye çalışır.
1888-1902 arasında çıkarılan Dala Vilâyeti gazetesi Kazakçayı, 1905-1908 arasında çıkarılan Mecmûa-yı Mâverâyı Bahr-ı Hazar Türkmenceyi yazı dili yapmaya uğraşır. Her üç gazete de Çar idaresince çıkarılmaktadır. Yüzyılın başındaki bu tartışma ve uygulamalar kaynaklara ulaşmanın zorluğu yüzünden bugüne kadar ciddî şekilde araştırılmış değildir. Ancak 1917′deki Bolşevik ihtilâlinden sonra serbest tartışma ortamı yok edilmiş, İlminski ve Ostroumov’un fikirleri zorla uygulanarak her Türk boyunun konuşma dili ayrı yazı dili hâline getirilmiştir. Bu süreç Sovyetler Birliği’nde 1930′larda tamamlanmıştır.
Çin idaresindeki Doğu Türkistan’da ise Uygurca, Çağatay yazı dilinin devamı olarak sürerken 1949′daki komünist idareden sonra mahallîleştirilmiştir. Alfabe değişiklikleriyle bu süreç hızlandırılmış, her Türk yazı dili için ayrı alfabeler oluşturularak farklılık artırılmaya çalışılmıştır.
Bütün bu çalışmalar sonunda bugün 20 Türk yazı dili ortaya çıkmış bulunmaktadır:
1) Türkiye Türkçesi
2) Gagavuz Türkçesi
3) Azerbaycan Türkçesi
4) Türkmen Türkçesi
5) Kırım Tatar Türkçesi
6) Karaçay-Malkar Türkçesi
7) Nogay Türkçesi, Kumuk Türkçesi
9) Kazan Tatar Türkçesi
10) Başkurt Türkçesi
11) Kazak Türkçesi
12) Karakalpak Türkçesi
13) Kırgız Türkçesi
14) Özbek Türkçesi
15) Uygur Türkçesi
16) Altay Türkçesi
17) Hakas Türkçesi
18) Tuva Türkçesi
19) Saha (Yakut) Türkçesi
20) Çuvaş Türkçesi
Rusya bugün dahi yeni yazı dilleri oluşturma fikrini bırakmış değildir. Tataristan Cumhuriyeti dışında kalan Batı Sibirya Tatarları ile Güney Sibirya’daki Şorların ağızları bazı fonlar ve yardımlar yoluyla yazı dili hâline getirilmeye çalışılmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder